Nihat Behram Hakkında
Adı yirmi yıl boyunca ağır ceza koridorlarında çınladı
Zekai Bostancı 

Denizleri asanlar, o kuşağın şairi Nihat Behram'ın da şiirlerini yakmak istiyordu. 12 Mart darbecilerince hazırlanan "teslim olmazlarsa haklarında vur emri" çıkarılacak kişiler arasında Nihat Behram adı da yer alıyordu. Nedeni: "Hayatımız Üstüne Şiirler". A. Behramoğlu'nun yönetiminde çıkardıkları ve sıkıyönetimce yasaklanan "Halkın Dostları" dergisinin sorumlusu olarak tutuklanmış, aylarca cezaevlerinde kalmıştı. Cezaevinden çıkar çıkmaz yayımladığı ilk şiir kitabı "Hayatımız Üstüne Şiirler" nedeniyle tekrar tutuklanmıştı. Sıkıyönetim koridorlarında başkaldırı yanı sıra, Behram'ın sesinde dönemin şiiri de yargılanıyordu. Mahirler'in, Cihanlar'ın, Ömerler'in idamlar eşiğinde bekleyen Denizler'i kurtarmanın bir çabası olarak tünel kazıp kaçtıkları Maltepe Askeri Cezaevi'nde onlarla birlikte yatıyordu. O kendi silahıyla sesleniyordu: İlkin "Yalnız Değiller" şiiri çıktı. Mahirler Kızıldere'de düştü. İdamlar geldi. Behram "Üç Dağa Ağıt"ı yazdı. Ve diğerlerini... Yayımlanır yayımlanmaz yasaklandı şiirleri. Behram'ın o dönem yazdığı şiirleriyle yakalananlara, "silahla yakalanmış" muamelesi yapılıyordu. 12 Mart faşizminin mahkeme salonlarında yakılmak istenen şiir de vardı. "Bu bizim hayatımız" diyerek hayatımızı, şiirlerini okuyarak savunan şair de..

1974 genel affından sonra, bir dönem yine A. Behramoğlu ile birlikte "Militari" dergisini çıkaran Behram, 975-76'da "Vatan" gazetesinde yazarlığa başladı. Darağacında, işkencelerde, katliamlarda gördüğü arkadaşları adına onlara verdiği sözü tutar gibi bir gazetecilikti. Yazıyı şiirden süzer gibi bir gazetecilikti. Kendi döneminin, kuşağının yüreği olmuştu ve hesap soruyordu. Hayattan süzdüğü şiirle, şiirden süzdüğü dizi yazılarıyla hesap soruyordu. Şiirle yoğrulmuş bu ses geniş kitleleri kucaklıyordu. Bu dönem ürünlerinden biriydi "Darağacında Üç Fidan". 1976 Mayısı'nda asılışlarının dördüncü yılında insanlar birbirlerine gazetelerde çıkan bir duyurudan, "Darağacında Üç Fidan"ın duyurusundan söz ediyordu. Öyle ki, daha duyuruların yayımlandığı günlerde bile "Vatan" gazetesi elden ele dolaşmaya, bulunmaz olmaya başlamıştı. "Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan'ın son günleri, son sözleri, mektupları, yaşamları, infaz gecesi..." Baskıcı güçlerin ağır gözdağlarıyla sürdürdükleri yasaklarına karşı, bu başkaldırı, halktan olan, yurtsever olan herkeste coşku yaratmıştı. O dönemi yaşayanların unutamayacağı anılarından birinin adıdır "Darağacında Üç Fidan". Behram, yazı dizisi yanı sıra, bir başka kavganın daha çağrısını yapıyordu: "Halk düşmanı güçler tarafından intikam duygularıyla alınmış infaz kararları yasal değildir! Deniz Gezmiş davasına yeniden bakılmalıdır!"

Yirmi yıl öncesinin günlerinde kavraması güç bir eylem, demokrasi adına ölümü göze alırcasına cesur bir başkaldırıydı bu. Bedeli ne olursa olsun, inandığı her şeyi, hiçbir yasak ve cezayı hesaplamadan yazacağını duyuruyordu Behram.

Duyurulardan birine bir başka acı damlamıştı. Diziyi bekleyen okur için hiç de önemi olmayan, yazarı için ağır bir acı damlasıydı bu. Behramoğullarını tanıyanlar, annelerinin onların duyarlığına biley taşı olduğunu bilirler. Dizinin duyuruları annelerinin ölüm haberiyle birlikte çıkıyordu gazetelerde. Belli ki Behram, annesinin son günlerinde, darağacında can veren arkadaşlarının son günlerini yazıyordu. Acılardan isyanlara ulanan duygularda kim bilir neler ne kadar etkiliydi?

Bir başka "ayrıntı", dizinin yayımlanacağı Vatan gazetesindeki "küçücük" bir değişiklikti: Basın tarihinde ilk, belki de tek örneği olan bir değişiklik: Dizinin duyurularıyla birlikte gazetenin künyesine bir cümle eklenmişti. "8. sayfadan sorumlu yazı işleri müdürü: Nihat Behramoğlu" yazarı, ürünün her türlü sorumluluğunu tek başına yükleniyordu. Bir bakıma; "suçsa, böyle suça gelecek ceza varsın gelsin" diyordu. Gazete künyesinde bir satırla "küçücük" de geçse, taşıdığı anlam büyüktü bu değişikliğin. Sadece Behram'ın yazdığı günlerde, basın tarihimizin "sıradışı bir örneği" olarak yer alıyordu künyedeki bu değişiklik. Bu da, savcıların gözünden kaçmıyordu. Savcıların ağır ceza istemiyle açtıkları dava iddianamelerinde "bilerek suç işlemenin" kanıtı olarak sık sık vurgulanacaktı.

"Darağacında Üç Fidan" dizisi onsekiz gün sürdü gazetede. Hemen her toplatma kararı yiyerek sürdü. Dizi nedeniyle istenen cezalar kısa zamanda yüz yılı buldu.

Dizi süresince sağcı basın ihbar, saldırı ve küfür kampanyası açtı. Darağacında can veren Denizler'in, onların hayatı çevresindeki yasak ve sis perdesini yırtan Behram'ın şahsında, Türkiye'nin tüm yurtseverlerini, aydınlarını, halkını, gerçek hukukçularını küfür sağanağına tutuyorlar, aydınlık arayışına kin kusuyorlardı. Yazı ve küfürleri iddianamelere kanıt oluyordu. Fakat, bir ucundan bir ucuna Türkiye'de halk sahip çıkmıştı yazarına. Vatan gazetesi, dizi nedeniyle binlerce mektup aldığı yazıyordu. Okur mektuplarında, binlerce insan Behram'ın yazdığı her şeyi imzalamaya hazır olduğunu bildiriyordu. Denizler'in suçsuzluğundan, infazların haksızlığından kuşkusu olmayan tek kesim Türkiye'nin gerçek sahibi olan halktı.

Gazetedeki dizi, onsekizinci gün Behram'ın "Çarpışarak" şiiri ve Denizler'in posterleriyle bitti. Biter bitmez, kitap olarak çıktı vitrinlere. Cağaloğlu yokuşu, kitabı yasaklanmadan almak için May Yayınları önünde kuyruk oluşturan kitapçılara tanık oldu.

Basıldığı ilk ay, altı basım yaptı kitap. Kitapla birlikte yeni bir "sıradışılık" daha sergiliyordu Behram: Kitabının tüm gelirini, düşüncelerinden ötürü cezaevlerinde yatan yurtsever devrimcilere bıraktığını açıklıyordu. Kitabının gelirini ayrım gözetmeksizin, değişik devrimci kuruluşların cezaevlerindeki temsilcilerine iletmeye başlamıştı.

Ve savcılık iddianameleri kitaba da rekor hızıyla yetişti. Yayınevi ve kitabın hazırlandığı dizgiciler, basımevi, ciltçiler polis ekiplerince basıldı. Kitaba ilişkin tüm malzemeler, dokümanlar, belgeler de dahil her şeye el konuldu. Yazar hakkında "suçun tekrarı" olarak ağır cezalarda yeni davalar açıldı...

Behram, "Darağacında Üç Fidan"la Vatan'da başlattığı bu gazetecilik çizgisini aynı çarpıcılıkta yeni dizilerle sürdürdü. Denizlerin yaşamları ardından Diyarbakır işkencehanelerinde öldürülen İ. Kaypakkaya'yı, "Ser Verip Sır Vermeyen Bir Yiğit"i yazdı. Sonra "Zindan Zindan İçinde"yi sonra "Sol Kendini Anlatıyor"u. Tüm dizilerin kaderi aynıydı. Yazdığı sayfanın sorumlusu yine yazan, yazıların çıktığı sürece toplatma ve yasak kararları, açılan yeni ağır ceza davaları...

Ve Behram'ın gazeteciliği, 1 Mayıs 1977'ye dek sürdü. Evet o ünlü güne: Taksim meydanında onlarca halk evladının katledildiği "1 Mayıs Katliamı"na dek. O gün Behram, o güne dek tirajını sırtında taşıdığı gazetesi tarafından işinden atıldı.

Nedeni bir başka ibret konusudur: 1 Mayıs gününe ilişkin Vatan gazetesi de olayı "değişik sol güçlerin çatışması" olarak, "Maocu-Leninci çatışması Taksim'i kana buladı" anlayışıyla yorumluyordu. Tüm günlük basın o gün olaya ilişkin aynı yorumu yapıyordu. Katliam içinden sağ kurtulup gazeteye dönen Behram, yazısında Faşist güçlerin katliamı diye başlamış, "surlar ve yüksek binalardan polisin başlattığı ateşle Taksim'de halkın katledildiğini" yazmıştı. Gazete yönetimi Behram'ın yazısını koymamakta, Behram'sa yazısının yayımlanmasında direnince, yönetim Behram'ın işine son verdiğini açıklayarak, gazeteye polis çağırmıştı.

Behram'ın işine son veren gazetenin ömrü sürmedi. okuru terk etti gazeteyi. Emil Galip Sandalcı "kalem bıraktığını" açıklayarak Behram'a destek verdi. Behram'sa, 1 Mayıs katliamında çektirdiği ve katliamcıları gerçek yüzleriyle sergileyen filmiyle Anadolu'yu dolaşmaya çıktı. Birçok kentte düzenlenen büyük gösterilerde bu filmi gösterip konuşmalar yaptı, şiirler okudu.

Şiiriyle, şiirden süzülmüş yazılarıyla sürdürdü mücadelesini.

Mahkemelerinde yargılandığı, cezaevlerinde yattığı, işkencehanelerinden geçtiği 12 Mart Kanlı döneminin sıkıyönetim... komutanı sivil elbise giymiş, İstanbul Belediye Başkanlığı'na aday olmuştu. Seçimin yapılacağı günü yaşayanların unutamayacağı bir başka anısıdır. "İstanbul Seni Seçmeyecek" diyordu Behram. İstanbul'u, İstanbul'da düşen arkadaşları adına seslendiriyordu.

"Darağacında Üç Fidan" kitabı sayfa sayfa, kitapta yer alan şiirleri dize dize, iddianamelere fişlenmiş mahkeme mahkeme dolaştırılıyordu. 1980 darbesiyle, dosyaları tekrar sıkıyönetim mahkemelerinde toplanmıştı. Nihat Behram yurt dışına çıktı. Hakkında tutuklama kararlarıyla arandığı bu dönemde, "yurda dön, teslim ol" çağrısına uymayınca, 1985 yılında "TC vatandaşlığından çıkarıldı". Kitapları yasaklandı. Acıdır ki, tüm bu süreçler boyunca, aydın katlar ruhsuz, yankısız kaldı. Yüreğini, acıları sevinçlere doğru seslendirmeye adamış, yurduna halkına aşık bir şairin "vatana ihanet" suçlamasıyla vatandaşlıktan atılması karşısında, öfkelenen, titreyen ve bu duygusunu dile getirenlerin sayısı- çok azdı. Bir şairin, aydınların vatandaşlıktan atılmaları dünyada daha büyük tepki yaratmıştı.

1980'de başlayan sürgünlüğü 17 yıl sürdü Behram'ın. Bu süreç içinde dünyanın her köşesinde dolaşıp şiirlerini okudu, konuştu, yazdı. A. Behramaoğlu ve arkadaşı Yılmaz Güney'in özgülüğe kavuşmalarını sağladı. Türkiye'nin demokratik ortama kavuşması için çalıştı.

1988 yılında "Darağacında Üç Fidan" yeniden basılıyordu. Yasaklara karşı çıkan onurlu bir eylem olarak basılıyordu. "Yurt Kitap- Yayın" adıyla yayınevi kuran Ünsal Öztürk, yayın yaşamına bu kitaba, bu kitabın şahsında bir anlayışa sahip çıkarak başlamak istemişti.

Kitap, "Yürekleri Şafakta Kıvılcımlar" adıyla yayıma hazırlanmıştı. İmhalardan, baskınlardan elde kalmış bir nüshasından dizgisi yapılmış, filmleri çekilmiş, baskıya verilmişti. "Nihat Behram Türkiye'de" diye bir de sembolik bant-poster hazırlamıştı Ü. Öztürk.

Adını 12 Eylül zindanlarındaki direnişte ölen Mehmet Fatih'ten alan, küçük bir çocuğun göğsündeki bu bantla çektirdiği fotoğraf Behram'a ulaştırılmıştı. "Sürgünlük günlerimde yurdumdan aldığım en güzel armağan" diyordu Behram bunun için. "İnsanı onuruyla dik tutan, tüm acılarının karşılığını ödeyen bir armağan"..

Ve "Darağacında Üç Fidan"ı bu yayımlama girişimi de, beklenenden çabuk şiddeti üzerine çekmişti. Ankara DGM Savcılığı, o dönem basımevlerine yerleştirdiği ajanlardan aldığı ihbarla harekete geçmiş, mahkeme kararlarına, yazılı emirlere bile gerek duymaksızın, savcı, sözlü emirle polisi harekete geçirmişti.

Matbaa seri operasyonlarla basılıp basım hazırlıkları yapılan kitaplara malzemelere el konulmuş, Ü. Öztürk ve arkadaşları DAL grubunda günlerce sürecek işkenceli sorgulara alınmıştı. bu kitaba daha yayımlanmadan, basımı sırasında matbaada el konulmasına da böylece tanık oluyorduk.

N .Behram, kitabının bir kez daha bu şekilde yasaklandığını, yurtdışından bir yazısı için 2000' e Doğru dergisine telefon ettiğinde öğrenmişti. Behram'ın o anki duyarlığıyla yazıp dergiye geçtiği yazı, Avrupa basımında da geniş yankı uyandırmıştı. "Yüreğimi Dişleyerek Yazıyorum" başlıklı bu yazıda, "Yüreğim ağzımda ateş parçası. Yalazlarını yutkunuyorum. İçimde yangın. Bilsem ki bağırınca Zürih yanacak, yansın yansın yansın diye ölesiye bağıracağım. Baskılara bağışıklı, acıları kanıksamış suskunlar utansın!" diyordu:

İsviçre ve Alman basınında yer alan yazı, birçok kuruluş ve kişiyi harekete geçirmişti. Başta Alman Yazarlar Birliği olmak üzere kitap yasaklamalarına ilişkin birçok tepki iletilmişti Türkiye'ye. İstanbul'da davası düştüğü halde, Ankara DGM'nin emriyle kitap bir kez, daha yargılanmaya başlamıştı. Kitabı Ünsal Öztürk ve N. Behram'a fotoğrafını yolladığı Mehmet Fatih'in babası Av. Hüsnü Öktülmüş savunmuş ve 1991 yılında davaları beraat kararıyla sonuçlanmıştı.

12 Eylül karanlık döneminin "vatandaşlıktan atma kararlarının geri alınması ve vatandaşlık haklarının iadesiyle, Behram 17 yıl süren politik sürgünlük dönemini noktalayıp, 27 Mart 1996'da yurduna geri döndü. Döndü ve havaalanında "Darağacında Üç Fidan' nedeniyle hakkında verilen tutuklama kararıyla gözaltına alındı.

Bir süre sonra beraat kararları ve davalarının zaman aşımıyla düşmesi nedeniyle serbest kalan Behram, kitaplarının yeni basımları için çalıştığı günlerde, 1997 Kasımı'nda, havaalanında tekrar ve yine aynı gerekçeyle, "Darağacında Üç Fidan" nedeniyle hakkında verilen tutuklama kararının polisçe bilgisayara bir kez daha işlenmiş olması sonucu gözaltına alınıyordu.

Kitabını kaleme aldığından yirmi bir yıl sonra Behram, bir yanı trajik bir yanı komedi bir biçimde adliye koridorlarında "Darağacında Üç Fidan" için ifade veriyordu.

Avukatları Namık Kemal Behramoğlu ve 1972'den bu yana Deniz Gezmiş davasının uzman avukatlarından olan Orhan İzzet Kök'ün bir kitap ve yazarının özgürlüğü için verdikleri hukuk savaşının yaşı 21 Yıla ulaşıyor. Kitap ve yazarının beraat ve serbestlik kararı, yazılışından 21 yıl sonra İstanbul Cum. Savcılığı'nca onaylanıyordu.

Özellikle 12 Eylül Darbesi sonlarında türeyen ve kendini "geçmişin duygu mirasına yönelik yağma"da şekilleyen bir anlayış var ki, gelecek kuşaklara ahlak dersi olması açısından bu noktanın altını da çizmek gerekiyor: Kendi konusunda, 1976'daki çıkışını, çıktığı gündeki derinliği ve ödünsüzlüğüyle 20 yıl yasaklarla boğuşarak sürdüren "Darağacında Üç Fidan" aynı konunun bolca işlendiği kuruluşlar ve "araştırmalar" da, gerek ruhsuz aydın tavrı ve gerekse çıkarcılığın sekterizmin, yardakçılığın tipik bir örneği olarak, egemen güçlerinkinin ikizi bir sansür yedi.

İlk yayımlanışının 22. yılında "Darağacında Üç Fidan" yirmi iki yıl boyunca sürdürdüğü özgürlük mücadelesinin bu öyküsünü de eklenerek, işte yine okurunun karşısında. Yine yeni kuşaklara, inancın ve direncin, haksızlığa başkaldırının, hayatı ve halkı sevmenin, umudun, sevginin ve suçsuzluğun, dostu ve düşmanı seçmenin, fedakarlığın ve hesap sormanın, düşüncenin ve duyarlığın el kitabı olarak...

Yazarıysa, yıllar sonra dönebildiği yurdunda, şiirini, şiirden süzdüğü mücadelesini kaldığı yerden sürdürüyor: "Yeniden Kendi Şehrimde".


* Zekai Bostancı tarafından hazırlanan Nihat Behram hakkındaki bu yazı Cumhuriyet gazetesinin 9 Nisan 1998 tarihli Kitap ekinden alındı

.